Translate

29 Ocak 2014 Çarşamba

IQ'yu Arttıracak 10 Bilimsel Yol

      Sizin de bildiğiniz gibi IQ (Intelligent Quotient), zekayı ölçme amaçlı birkaç farklı standartlaştırılmış testlerden çıkarılan değerdir ve insanlar arasında zekayı kıyaslamanın bir yoludur. Fakat yüksek IQ'ya sahip olmak demek hep başarılı olmak demek değildir. Yüksek IQ başarıdan daha çok, olaylara bakış açımızı değiştirir ve özellikle de eğitimsel faaliyetlerde hayatımızı kolaylaştırır.

       Bilim adamları, önceleri IQ seviyemizin yetişkin bir yaşa geldiğimizde sabitlendiğini düşünürlerdi. Açıkcası ben de hep bu konuda düşünürdüm, gerçekten sabitleniyor mu yoksa zekamızı geliştirmenin bir yolu var mı diye. İşte yapılan yeni araştırmalara göre IQ seviyemizin aslında sabitlenmediği, bazı aktivitelerin IQ derecesini arttırabilir nitelikte olduğu ortaya çıktı. Hatta Flynn Etkisi adı verilen etkiye göre, insan topluluklarının IQ'su her 10 yılda bir ortalama 3 puan artmakta. Neyse biz zeka seviyemizi arttıran etkenlere gelelim:

1)Egzersiz Yapmak IQ'yu Arttırır:

       Bu konuda birçok araştırma yapıldı. Egzersiz yapan insanlarla yapmayan insanlar karşılaştırıldı, test edildi. Araştırmalar sonucu anlaşıldı ki, egzersiz yaptığımızda beyindeki hücreler, daha hızlı üreyerek artışa geçiyor ve beyne dopamin benzeri nörotransmitterlerin akışı artıyor. Bu prosese ise adamlar, 'Nörogenesis' adını vermişler.

       Bununla beraber, Illinois Üniversitesi'nden Nöroloji ve Kinesioloji laboratuvarından Dr. Charles Hilmann'ın yaptığı araştırmada egzersiz sonrası dentat jirus bölgesinde, yani hafızanın da yer aldığı hipokampüs bölgesinde aktivite artışı görüldü. Ayrıca yeni beyin hücrelerinin oluştuğu da görüldü. Tabi bu araştırmada sadece spor yapmanın yeterli olmadığı, bunun beyni geliştirici faaliyetlerle desteklenmesi gerektiği de belirtildi. Egzersizin Alzheimer gibi zihinsel bozukluklara da iyi gelebileceği düşünülmüyor değil.

       Herhalde egzersiz yapmak bu etkenler arasında en kolayıdır; ama yine de toplum olarak pek bir üşengeç ve boş zamanlarımızda genelde yatmayı tercih eder olduğumuz için bunu bile yapmıyoruz.

2)Uyarıcılar ve Nootropikler (Akıllı İlaçlar):

       Adderall ve NuVigil Türkiye'de satışı olmayan ilaçlar; fakat IQ artışına neden olduğu söyleniyor. Türkiye'de ise buna benzer bir ilaç olarak Ritalin adı verilen ilaç var. Ancak bu ilaç da öyle reçetesiz alınabilecek bir ilaç değil. Bu ilaçlar Amerika'da oldukça yoğun kullanılan psikostimulant ve bilinçsel geliştiriciler olarak biliniyor. Hatta bu ilaçlar sayesinde daha çabuk ve daha çok bilgi depolanabiliyor. Yurt dışında üniversitelerde bazı öğrenciler, bu ilaçlar sayesinde daha yüksek notlar alarak derslerine başarı sağlıyorlar.

       Ohh, ne güzel değil mi? Adamlar, bu ilaçları alacak, daha kolay bir şekilde bilgi depolayacaklar. Biz ise çalış babam çalış. (Kesinlikle ilaç almayı desteklemiyorum. Zaten bu yöntem bize uzak bir yöntem.)

3)Tamamlayıcılar:

       Pek çok ek madde sayesinde IQ artışı yaşayabilirsiniz. Özellikle Omega 3 çocuklar üzerinde oldukça etkili bir madde. Omega 3'ün nöronlar arasındaki iletişimi kolaylaştırdığı da kanıtlandı üstelik. Bu sayede hafızayı geliştiriyor. Tabi yetişkinlerde de geliştirmeler yapıyor, ancak bunların sürekli ve düzenli kullanılmaları lazım. Ayrıca her gün alınan 1 bardak kahvenin görsel zekayı arttırdığı ispatlandı. (Bunu biz öğrenciler, çok yapıyoruz; ama uykumuz gelmesin diye daha çok tabi orası ayrı.) Kreatinin ve Ginkgo Biloba'nın da IQ seviyesini arttırdığı biliniyor. Ginkgo Biloba ise daha çok yaşlılarda işe yarayan bir ek madde.

4)Meditasyon:

       Meditasyonun stresi azalttığı, ruh halini düzelttiği ve beyin aktivitesini arttırdığı bilinen bir gerçek. Buna ek olarak zekayı ve dolayısıyla IQ'yu da arttırdığı söylenebilir. Pek çok meditasyon türü olmasına rağmen işe en çok yarayanın 'transendental meditasyon' türü olduğu kanıtlandı. Transendental medistasyonda huzurlu bir şekilde oturarak, bir göz kapalı bir şekilde diğeri ise spesidik mantraya odaklanır. Böylece beyin, tek bir şeye odaklanarak tüm odaklanma geliştirilir. Yani size diyor ki, IQ'yu arttırmak için odaklanmaya yönelik meditasyonları seçin.

5)Sağlıklı Beslenme ve Vejeteryanlık:

       Araştırmacılar, çocukluktan itibaren beslenmenin IQ ve beyin gelişiminde önemli bir rol oynadığını gösterdi. Uzmanlar, işlenmiş yiyeceklerden (dondurulmuş) uzak durulmasını öneriyor. Genelde işlenmiş yiyeceklerle beslenen bireylerde, sağlıklı beslenenlere göre düşük IQ skorları tespit edildi.

       Diğer enteresan bir araştırma ise 30 yaşına kadar vejeteryan beslenenlerin, vejeteryan olmayanlardan 5 puan daha yüksek IQ skoruna sahip olduğunu gösterdi. Tabi başta balık eti olmak üzere diğer etlerin beyne iyi geldiği de biliniyor; ama yine de bana soracak olursanız vejeteryan olacağıma IQ seviyem 5 puan düşük olsun derim. Neyse polemik konusu da yaratmayalım şimdi.


6)Nöroterapi ve TRNS:

       Bu konuda çok fazla araştırma olmamasına rağmen nöroterapinin ADD (dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu) ve ADHD hastaları arasında IQ'yu arttırabileceği düşünülüyor. ADD ve ADHD hastalarında daha yavaş beyin aktivitesi olduğundan bu bölgeleri geliştirmek IQ'yu arttırabilir. Normal insanlarda nöroterapi yapılmasa da yapılması belki de işe yarayabilir.

       Ayrıca Michigan Üniversite'nden araştırmacılar, transkraniyal elektrik uyarılmasıyla beynin doğal uyuşturucusunu salgılamasını sağlayarak ağrının gitmesini sağladılar. Bu uygulama sayesinde hafıza artışına bağlı olarak IQ seviyesi de artıyor.

7)Beyin Dalgası Karıştırma:

       ADD ve ADHD ile mücadelede beyin dalgası terapileri kullanılır. Normalde konsantrasyon veya odaklanma problemi olmayan insanlarda beyin dalgası stimülasyonuna gerek yoktur. ADD ve ADHD hastalarında IQ artışı için olan bir yöntem olsa da özellikle kolej öğrencilerinin notlarının yükselmesinde de işe yarayan bir yöntem olmadı da değil hani.

       Düşük seviyede gama beyin dalgaları, beyinsel gelişim bozukluğuna ve zeka geriliğine işaret eder. Gama dalgalarının beta dalgalarından 40Hz daha yüksek olduğunda algı ve hafızanın arttığı belirtiliyor. Bu konuda çok büyük firmaların yatırmları olduğundan belki de cihazlarını satmak için didiniyor olabilirler. Yani olayın içinde böyle bir ihtimal de yok değil hani.

8)Zeka Oyunları ve Bulmacalar:

       Günümüzde pek çok zeka oyunu ve bulmacalar mevcut. Bu tip zeka oyunlarının IQ'yu arttırdığı söyleniyor. Mental olarak harcayacağınız eforlar tabi ki de IQ ve hafızanız için iyi olacaktır.

       Çapraz bulmaca, yapbozlar, bilgisayar oyunları (daha çok kafa yorucu olanları tabi), sudoku vb. oyunlar
 IQ'nun artmasında önemli etkenlerdir. Zihin jimnastiğinin çocuklar üzerinde hafızayı geliştirdiği ispat edildi. Bu oyunların çoğu beyin aktivitesini, düşünmeyi ve hafızayı arttırmada yardımcı olabilir. Eğlenceli bi durum değil mi? Hem oyun oynayacağız hem de zekamız gelişecek. Bence harika !!

9)Sosyalleşme:

       Bazı araştırmacılar, IQ skorunun yüksek olmasında çevre faktörünün de önemli olduğunu belirtiyor. Bireylerin içerikçe zengin bir ortamda ve yüksek sosyoekonomik statüye sahip olmasının önemli olduğu belirtiliyor. Ayrıca aktif öğrenme dediğimiz bir olay da mevcut. Yeni şeyler öğrenmek, beyinde yeni bağlantılar kurmanızı sağlar. Örneğin satranç oynamak, yeni bir spor yapmak ya da yeni bir dil öğrenmek gerçekten IQ skorunuzu yükseltebilir.

10)Okuma ve Müzik:

       Okumaya pek hevesli olmayan bir toplum olarak, okumanın önemini ne kadar anlatsak da başarılı olabileceğimizi sanmıyorum. Hatta belki de çoğunuz bu yazıyı buraya kadar okumadı da. Okuyanlara teşekkürlerimi borç bilirim orası ayrı.

       Okumanın özellikle çocukların IQ'sunu arttırmada önemli olduğu belirtiliyor. Bazı bilimsel olmayançalışmalar, çocukların IQ'sunun okumayla 6 puana kadar yükselebileceğini gösterdi. Ayrıca okumak  düşünmeyi uyarır, kelime dağarcığını da geliştirir ve insanlara önemli olaylar hakkında bağlantı kurma yeteneği kazandırır. Son zamanlarda yapılan bir araştırmada ise, roman okumanın okuyanın beyninde değişiklikler yaptığını ortaya koydu. Bununla beraber, okunması daha zor kitaplar okumak, zekayı geliştirebiliyor. Daha çok kitap okuyanların daha yüksek bir IQ'ya sahip olması muhtemel.

       Ayrıca 14 Ekim 1993'te A.B.D ' de "USA Today"de çıkan "Mozart'ın Müzikleri Zekayı Geliştiriyor" başlıklı haber tüm dünyada sansasyon yarattı. Bu habere göre, Kaliforniya Üniversitesi'nin Irvine'deki Öğrenme ve Hafıza Nörobiyoloji Merkezi'ndeki bilim adamlarının yaptıkları araştırma, bazı müziklerle IQ arasında bir ilişki olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu araştırmada 36 üniversite öğrencisi, önce IQ testinin sağ beyin yeteneklerini ölçen sorularıyla test edilmiştir. Testten sonra öğrencilere Mozart'ın "Re Majör, K 448 İki Piyanoluk Sonat"ı  10 dakika boyunca dinletilmiştir. Daha sonra öğrenciler hemen tekrar test edildiklerinde ise IQ sokarlarının önceki değerlere göre 8 veya 9 puan daha yükselmiş olduğu gözlenmiştir. O zaman ne yapıyoruz? Derhal Mozart'ın bu eserini dinliyoruz.

Peki tüm bunlardan sonra IQ ne kadar artar?

       Adamlar, bunun için plan hazırlamışlar. Size IQ'nuzun yükselmesini sağlayabileceğiniz bir program yapmışlar. Tabi öncesinde bazı şeyleri belirtmek gerek. 10 maddenin tümünü yapmanız oldukça zor tabi ki. Kendinizi 90 günlük bir teste sokabilirsiniz. Teste girmeden önce bir IQ testi yaptırın. 3 ay sonra aynı testi tekrar yaptırın. Test süresince sigara ve alkol alımı yasak. Zira yapılan araştırmalar sigara ve alkolün beyne zarar verdiğini gösterdi.

Yapılacaklar:

·  Her gün en az 15 dakika egzersiz yapın
·  İlaç alımını tavsiye etmeyiz tabi ki de; fakat günde bir adet Omega 3 hapı ve bir bardak kahve için.
·  Her gün en az 300 sözcüklük bir makale okuyun ya da bir kitap okumaya başlayın. Eğer kendinize güveniyorsanız kendinizi zorlayıcı kitaplar da okuyabilirsiniz.
·  Her gün zeka geliştirici bir bulmaca ya da çapraz bulmaca çözün.
·  Yeni bir spor, dil veya zeka geliştirici farklı bir uğraş bulun.Yeni sosyal ortamlara girin.
·  Klasik ya da müziksel değeri yüksek müzikler dinleyin.
·  Sağlıklı beslenin ve bol bol meyve tüketin. 


             R.B

23 Eylül 2013 Pazartesi

Mısır Piramitleri'nin Sırrı

               Hepinizin de bildiği gibi piramitler ölen firavunların cesetleri mumyalandıktan sonra korunup saklanması için yapıldı. Fakat her dönemde olduğu gibi o dönemde de hırsızlar vardı. İçeri girip altın külçeleri, mücevherleri çalıp kaçıyorlardı. Onun için yeni planlar yapıldı ve piramitlerin içine birçok tuzaklar yerleştirildi. Günümüzde bu tuzakların inşadan sonra nasıl yapıldığını çözebilmiş değiller. Zaten piramitlere giren insanlardan kimse tuzakları geçemedi. Böyle de bir gerçek var ne yazık ki. Neyse biz gelelim şu piramitlerin sırlarına.

-Piramitler, hangi firavunun adına yapılmışsa, onun bulunduğu odaya yılda 2 defa güneş ışığı girmektedir. (Doğduğu ve de tahta çıktığı tarihlerde.) İçeri giren bu güneş ışığı, içerde bulunan aynalar sayesinde tüm odayı aydınlatabilmektedir.

-Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan piramitlerin içinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır. Hatta mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.

-Kirletilmiş suyu pirametlerin içinde birkaç gün bıraktıktan sonra suyu arıtılmış olarak bulmak da ayrı bi olay zaten. Ve yine piramit içinde 5 hafta bekletilen su, yüz losyonu olarak kullanılabilir duruma geliyor.

-Bitkiler, piramidin içinde daha hızlı büyüyor.

-Kesik,yanık,sıyrık gibi yaralar piramitler içinde daha çabuk iyileşir.

-Piramitlerin içindeki bazı odalarda ne olduğu henüz bilinmemekte. Araştırmacıların hepsi ya odanın içinde kayboldu ya da dönüp dolaşıp aynı yere geldiklerinden odanın içinde ne olduğunu göremediler.

-Giza'daki 3 piramit aralarında bir Pisagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmiştir. Kenarlar oranı 3:4:5'tir.

-Büyük Piramit'in 4 kenar yüzölçümü toplamı, piramidin yüksekliğinin karesine eşittir.

-Büyük Piramit dünyanın kara kitlesinin merkezinde yer alıyor.

-Piramidin içine konulan süt birkaç gün taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline geçer.

-Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden piramit içinde mumyalaşır.

-Büyük Piramit'in açıları, Nil'in delta yöresini 2 eşit parçaya böler.

-Piramitlerin 4 kenarı dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.

-Büyük Piramit, 4 ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.

-Büyük Piramit'le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.

-Büyük Piramit'in taban çevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesi pi=3.14 sayısını verir.

-Keops Piramidi'nin yüksekliğinin 1 milyarla çarpılması yaklaşık olarak güneşle aramızdaki mesafeyi verir.(149.504.000 km)

-Piramidin çok çalışkan işçilerin olağanüstü çabayla günde 10 parça üst üste koyduklarını kabul edersek, piramitteki 2.5 milyon taşın 250.000 gün yani 664 yılda ancak oluşmuş olması gerekiyor. Oysa 20 yıl kadar zaman almıştır.

-Büyük Piramit'in yapımında kullanılan taşlarla Fransa'nın etrafında 3 m'lik duvarlar örülebilirdi.

-Piramitlerde kilometrelerce devam eden tüneller vardır. Bu tüneller kimi zaman bir tuzağa kimi zamansa bir firavunun gerçek mezarına çıkardı.

-Uzayda, Mısır'daki piramitlerin dizilişine uygun şekiller vardı. Ayrıca piramitlerin bir yıldız kümesine göre dizildikleri iddia edilmektedir.

          Tabi ki de bunların yanında birçok gizemler daha var; fakat bilim adamları çözüm getiremiyorlar. Üstelik bunların yanına piramitlerin henüz keşfedilmemiş yerlerini keşfetmek için içeri giren araştırmacıların bir daha çıkamaması ve de çıkamama sebeplerinin bilinmemesinin sırrı da eklendiğinde iş iyice çıkmaza giriyor. Tüm bu durumlar da piramitlerin çok gizemli yapılar olmasını olanaklı kılıyor.

          R.B

Mısır Piramitleri

              Dünya'da sırrı çözülememiş birçok olay veya yapılar olduğunu hepimiz biliyoruz. Hatta öyle şeyler duyuyor, görüyor ve tanık oluyoruz ki insan hayret ediyor doğrusu. İşte onlardan biri de şimdiki teknolojiyle yapmak istesen yapamayacağın Mısır Piramitleri.


               Yaklaşık 4000 yıl önce inşa edilen Giza Piramitleri hayatta kalmayı başaran eski dünya harikalarındandır. Nerdeyse 150 m yükseklikteki bu yapılar, insanlar tarafından toplanan en büyük taş parçalarını (50 ton veya daha fazlasını) bir arada tutuyor ve bunlar gelişmiş aletlerin hiçbiri olmadan yapılıyor. Tabi bu noktada akla gelen ilk soru şu olmalı sanırım: "Modern makineler olmadan bunu nasıl başarabildiler?"
Bu sorunun cevabını açıklamak için yapılan araştırmalar sonucu araştırmacılar, o dönemdeki insanların çok ileri bilgiye sahip olduğunu düşündüler. Çok da haklıydılar. Bütün piramitler, belirli yıldızlarla aynı hizada yerleştirilmiş. Yani astronomi bilgisinden bahsediyorum. Üstelik piramitlerin tabanları ideal boyutlarda ve de açılarda yerleştirilmiş. Bu da onların erişmek istedikleri yüksekliğe kolaylıkla erişebilmelerini sağlamış. Bunun için de geometri ve matematik bilgisi lazım haliyle. Son olarak büyük taşları aşağıdan yukarı çıkarmak gerek ve bu taşların birbirleriyle uyumlu olması da şart. Tabi ki bu da  inanılmaz bir mühendislik ve organizasyon bilgisi gerektiriyor. Ee hal böyle olunca araştırmacıların o zamanki insanları çok zeki görmesi gayet doğal. Sonuçta bu büyük eserleri inşa edenler tanrılar değildi. Onları insanlar inşa etti. Binlerce insan.
               İlk sorumuza bi şekilde cevap aldık. Gelelim ikinci sorumuza: "O ağırlıktaki taşları yukarıya nasıl çıkarabildiler?" Bu sorunun kesin bir cevabı yok. Hatta soruyla ilgili birçok teori var; ama muhtemelen taş blokların altına çamur koyarak yukarı çektiler, piramit büyüdükçe rampayı yükselttiler. Sonrasında duvarcılar taşları ustaca yerleştirdi işte. 
               Gelelim bir sonraki soruya: "Piramitlerin yapımı ne kadar zaman sürdü?" Büyük piramitlerin inşası 20 yıldan fazla sürdü. 2 milyondan fazla taş ve 20000 insan gücü. Ki bu insanlar büyük ihtimalle o zamanki kölelerdi. (20 yıl boyunca inşaat halinde olan bi yapının bozulmaması da ayrı bi olay, dikkat çekiyorum.)
               Buraya kadar piramitlerin nasıl yapıldığına dair yazdıklarımın hepsi birer teori. Aslında bunları bile çürütebilecek tezlerim yok değil. Mesela piramitlerin yapımında kullanılan taşları temin edebilecekleri en yakın yerin yüzlerce kilometre uzaklıkta olduğunu biliyorum. 'O dönemde bu kadar uzaktan böylesine büyük taşları nasıl getirdiler?' sorusuna bi cevap bulamadığım için sormuyorum. Gerçi cevap verenler olmuş ama hepsi varsayımlar üzerine. Teori bile olamamış şeyler hani. Hadi tamam her şeyi geçtim bir şekilde yaptılar ettiler diyelim. Fakat sizce de çok garip değil mi ? Adamlar o zamanlar yapabilmiş ama biz şu anki teknolojiyle yapamıyoruz. Kesin illuminatinin oyunlarıdır yine... O değil de piramitlerin aslında uzaylılar tarafından yapıldığını ve tüm dünyayı oradan yönettiklerine inanan bir kesimin olduğunu biliyor muydunuz ? Artık öğrendiniz.

            R.B

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Gözlerime İnanamıyorum

             Hatırlayacak olursanız bizim Türk keşif ve gözlem uydumuz olan Göktürk-2'miz vardı. Yüzde 80 yerli yapım olan yüksek çözünürlük bu uydu, yanlış hatırlamıyorsam, 18 ya da 19 Aralık 2012 tarihinde Çin'deki Jiuquan Fırlatma Üssü'nden uzaya fırlatılmıştı ve yine yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 700 kilometre yükseklikteki yörüngesine oturmuştu. Ayrıca ilk sinyali de Norveç Trömso'dan almıştık. Bu sefer eminim tabi; çünkü bir Galatasaraylı olarak içinde Trömso'nun olduğu olayları kolay kolay unutamam. Neyse orası çok önemli değil.
             O zamanlar ülke adına güzel şeyler olmuştu tabi. Bir uydu yapmış ve bunu başarıyla uzaya fırlatmıştık. Bu arada önceki yazılarımı okumuşsanız zaten uydunun kilosunun 100000 dolar olduğunu bilirsiniz. Hani gerçekten güzel bir olaydı; ama benim için dehşet verici ya da müthiş değildi. Çünkü bir uydu yapmıştık; ama bunu kendi ülkemizden yollayamıyorduk uzaya. Neden? Çünkü bir fırlatma üssümüz yoktu. Göktürk-2'nin uzaya başarılı bir şekilde fırlatılmasına sevindiğim zamanlarda içimde hep bir burukluk kalıyordu bu sebepten dolayı. İşte tam da bu noktada yayın başlığının sebebine geliyorum...

Türkiye, kendi ürettiği uyduları uzaya göndermek amacıyla bir Uydu Fırlatma Merkezi kuruyor

        Geçtiğimiz günlerde, Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) ile ROKETSAN AŞ arasında Uydu Fırlatma Sistemi (UFS) Projesi Ön Kavramsal Tasarım Dönemi Sözleşmesi imzalandı. SSM Vecihi Hürkuş Toplantı Salonu'nda düzenlenen imza töreninde konuşan Savunma Sanayii Müsteşar Vekili Faruk Özlü, Türk savunma sanayisinin son dönemde gerçekleştirdiği atılımların bu projeyle daha da güçlendiğini ifade etti. Ayrıca Türkiye'nin gelecekte uzaydaki varlığını sürdürmesi için bu projenin çok doğru bir proje olduğuna kalıbımı basarım. Umarım bunda da başarılı oluruz. Ve de buraya ayrı bir parantez açmak istiyorum. Hani şu cümlelerin içindeki tüm güzellikleri geçtim orada bir Vecihi Hürkuş ismi geçiyor. Toplantı salonuna bu ismi verdiklerine göre sanırım bazı şeylerin farkında olan insanlarımız yok değilmiş...

Uydu Fırlatabilen 10 Ülke Bulunuyor
         Roketsan yetkililerinin vermiş olduğu bilgilere göre dünyada UFS kabiliyetine sahip 10 ülke bulunuyor. Bugüne kadar değişik fırlatma merkezlerinden 5 binden fazla uzay aracı fırlatılmış ve kendi uydusunu yapabilen ülkelerin hemen hemen tamamı kendi fırlatma yeteneğine sahip. Neden tamamı değil de hemen hemen tamamı? Çünkü aralarında bizim gibi kendi uydularını yaptığı halde fırlatamayanlar olduğu için. Neyse inşallah bundan sonra o da olacak...

           
         R.B

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Yeni Kuşak Fotoğrafı Telefondan Öğrendi

              Yayın başlığından da anlaşılıyordur zaten neyden bahsedeceğim. Şu kameralı cep telefonlarının tarihine yolculuk yapmak istiyorum biraz. Gerçi aynı şeyi sanırım fotoğraf makineleri içinde yapmam lazım; ama oraya girersem işin içinden çıkamam. Çünkü köklü bir tarihe sahipler. Onlarda da tıpkı telefonlarda olduğu gibi rekabete dayalı bir gelişme süreci var ve hala devam etmekte. Hatta durum öyle bir hal alıyor ki artık cep telefonları, profesyonel fotoğraf makinelerine kafa tutmaya başlıyor. Teknoloji durmuyor, sürekli bir gelişim halinde. Çok iyi hatırlıyorum, bir zamanlar her çıkan telefondan sonra 'en fazla bu kadarını yapabilirler,daha fazla ne koyacaklar ki bu cihazlara' diyordum. Öyle olmuyormuş ama. Bu zamanın en kıymetli telefonları 2-3 sene içinde işe yaramaz oluyor. Hatta daha az bile olabilir. Belki de bunun en büyük sebebi sürekli bir rekabet içinde olmaları. Neyse hadi tarihlerine yolculuğumuza başlayalım.

2002:
        İlk kameralı telefon Nokia tarafından çıkarıldı. Kayan kapağıyla Nokia 7650.


2004:
       İlk 5 megapiksel telefon piyasaya sürüldü Samsung tarafından.Modeli ise SCH-S250. Sonrası zaten megapiksel savaşları.
                                         
     

2006:
       Megapiksel yarışına N serisi ile devam eden Nokia, ilk optik mercekli N93'ü tanıttı.
                                       
  

2007:
       Nokia N95 ile dijital kameralarla yarış başladı. Ardından gelen Apple iPhone, dokunmatik ekran ve uygulama mağazası App Store'u da yanına alarak sektöre damga vurdu. Hemen ardından Nokia, N82 ile yanıt verdi.

2008:
       Android telefonlar HTC, Motorola ve T-Mobile markalarıyla pazarın sadece Apple'a ait olmayacağını gösterdi. Nokia ise 12 mekapiksel otomatik fokus yapan N8 ile rakiplerine yanıt vermeye çalıştı.


2009:
       Android telefonların ucuzlaması ve de model sayısının artmasıyla Samsung, HTC ve LG gibi markalar öne çıkmaya başladı. Pazarda dokunmatik telefonların liderliği kesinleşmişti.

2010:
       Apple, 5 megapiksel iPhone 4 ve devrim yaratan iPad ile en çok konuşulan ürün olmayı başardı. Ancak kısa sürede Samsung Galaxy S'in soluğunu ensesinde hissetti.


2011:
       Rekabetin rengi Apple ve Samsung olurken Nokia, Microsoft ile işbirliğinin ilk adımlarını atmaya başladı ama sanırım bu adım meyvesini biraz geç verdi.
         

2012:
       Nokia sessizliğini 41 megapiksel Symbian işletim sistemli PureView 808 ile bozdu. Lumia serisi iddialı bir giriş yaptı ancak Apple ve Samsung yeni modellerle arayı açtı.


Ve 2013:
            Şimdi gerçek boyutlu 41 megapiksel sensör, flaş profesyonel kameralara taş çıkaracak telefonlar sahnede. Hatta bu cihazlara telefonlu kamera demek daha doğru bence. İşte onlardan biri. Nokia Lumia 1020.

           11 yıldır süren bu rekabette kameralı telefonların ne kadar ilerlediğini gösterdim. Hani dedim ya 'artık telefonlar profesyonel fotoğraf makineleriyle kapışır oldu' diye. Görüyorsunuz işte. Durmuyorlar. Adamlar yerinde durmuyorlar. Ürettikçe üretiyorlar. Daha iyisini daha imkansızını başarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Daha önceki "Ya Ar-Ge Ya Sömürge!" başlıklı yazımda da belirttiğim gibi bunlar hep Ar-Ge'lerin sonuçları. Konuyu yine bize çekip de telefon üretmiyoruz demek istemiyorum; ama bir sorum olacak: "Nokia, hangi ülkenin biliyor musunuz? " Biliyorsanız zaten demek istediğimi anladınız. Bilmiyorsanız da öğrenince ne demek istediğimi anlarsınız.

         R.B


13 Temmuz 2013 Cumartesi

Vecihi Hürkuş

        Şimdi eminim çoğunuz yayın başlığındaki adam da kim diyorsunuzdur. Hani tamam belki isim tanıdıktır da soyad ile birleşince akla gelen bir sima ya da herhangi bir şey yok. Öyle olmalı zaten; çünkü hiçbir zaman kendi değerlerimize, kültürlerimize, bilim insanlarımıza, falanlarımıza filanlarımıza sahip çıkan bir toplum olmadık.
        Hatırlarsanız Şener Şen'in oynadığı bi Vecihi karakteri vardı hani. Filmin adı, yanlış hatırlamıyorsam, 'Gülen Gözler' olmalı. Hala hatırlamadıysanız size biraz daha yardımcı olayım. Vecihi, filmde Münir Özkul'un oynadığı karakterin kızını istiyordu ve evine uçakla giriyordu. Filmi izleyenler hatırlamış olmalı. Hatta durun resim de koyayım.

        
       

              Artık hatırlamışsınızdır. Neyse biz gelelim asıl Vecihi'ye. Vecihi Hürkuş, gerçek bir halk kahramanıdır arkadaşlar. Neden mi? Anlatıyorum. Yıl 1925. Türkiye Cumhuriyeti'nde uçak yapıldı uçak. Üstelik Almanların bu adamın önünü kapamak için 'gelin biz yapalım uçaklarınızı' demelerine rağmen bi marangozhanede yaptı uçağı bizim halk kahramanı Vecihi. Düşünsenize o yıllarda yapılan bi uçağımız var. İlk Türk uçağı dünya semalarına yaklaşık 90 yıl önce çıkmış. Şimdi ise uçak yapamıyoruz. Ağlasam mı gülsem mi ne yapsam bilemiyorum doğrusu.
              Hepsini geçelim. Hani zor da olsa bi uçak yaptık o da tamam. Eee peki kim uçuracaktı ya bu tayyareyi? Hee gelelim o konuya. Vecihi Hürkuş, yaptığı uçağı uçurmak için o zamanki Tayyare Cemiyeti'ne gidiyor Ankara'ya ve uçuş izni almak istiyor. Tabi hemen 'bu uçağı kim uçaracak, bunu uçurabilecek biri yok ki' cevabını alıyor haliyle. Hadi burayı anladık gayet doğal bi cevap. Peki ya sonrasında cemiyettekilerin Vecihi ile dalga geçip 'hadi sıkıyorsa uç da iki tur at gel bakalım' demelerine kaç puan veriyorsunuz? Halk kahramanı olmak öyle kolay değil yani sonuçta. Adamın umrunda dahi olmuyor bu sözler ve çıkıp uçağı uçuruyor, iki tur atıp geliyor. Ama verirler mi hiç uçuş iznini? Tabi ki de vermezler. Bunun üzerine uçağı söküp trenle Çekoslavakya'ya götürüyor. Orada tekrar uçağı monte ediyor ve 3 sene kalıyor. (O sırada Çekoslavakyalılar uçağı birebir kopyalıyor.) 3 sene sonunda ise uçuş izni alarak uçağıyla Türkiye'ye dönüyor. Tüm bunları tek başına yapıyor bu arada. Yanında herhangi biri yok. Azim mi desem kararlılık mı desem başka bir şey mi desem bilemiyorum açıkçası.
              Her şey bunlarla sınırlı değil tabi. Türkiye Cumhuriyeti belki Hürkuş Eğitim Uçağı'nı yaparak onu onore etti;ama bence hala onun hakkı geri gelmedi. Neden mi? Anlatıyorum. 1.Dünya Savaşı'nda Alman ve Rus uçakları savaşıyorlar. Bunun üzerine Vecihi Hürkuş, Almanların yanına giderek savaşmak istediğini söylüyor. Bu isteği kabul görmüyor haliyle çünkü 'biz kendi uçağımızı veremeyiz' diyorlar. Olay en üst noktalara gidiyor ta Enver Paşa'ya kadar. Enver Paşa da Vecihi'yi yanına çağırıyor ve soruyor:

-Uçurabilir misin?
-Evet.
-İyi o halde uçur bakalım. Bu sözlerden sonra Almanlar, çıldırıyorlar tabi, istemiyorlar sonuçta. (Buradan sonra anlatacaklarımı Vecihi Hürkuş o zamanlarda kendi el yazısıyla yazarak anlatmış.) O gece Almanlar uçağın içindeki bazı yerleri bozuyorlar. Ertesi gün Vecihi Hürkuş binip uçuyor ve biraz sonra uçak düşüyor. Neyse ki adam kurtuluyor kazadan ve hemen uçağı incelemeye alıyorlar. Sonra anlaşılıyor ki uçağın parçalarıyla oynanmış. Sonrasında ne oluyor diyecek olursanız söyleyeyim. Alman ve Türk subaylar birbirlerine giriyorlar.Bir sonraki gün ise Türk subayları Alman uçaklarına el koyuyor. El koyulan bu uçaklarla Vecihi ve birkaç arkadaşı Rus uçaklarına karşı savaşa çıkıyorlar. Savaşta ne oluyor biliyor musunuz? Bildiğinizi sanmıyorum. Vecihi Hürkuş, bir Rus uçağını vurarak düşürüyor. En önemli nokta ise dünya savaş tarihinde ilk savaş uçağını düşüren adamdır kendisi. Tarih neden bunu yazmıyor sizce? Onu da ben söyleyeyim, Türk olduğu için.
              Anlatmadığım daha başka şeyleri de var aslında ama hem yazımı uzatmak istemediğimden hem de her şeyi devletten beklememek gerektiğine inandığımdan anlatmıyorum. Size şu kadarını söyleyeyim. Elimde olsa bütün uçak fakültelerinin önüne 'işte sizin idolünüz bu' dercesine bu adamın heykelini dikerdim. Bu arada işte asıl Vecihi ve ona verdiğimiz değer:


                     R.B


2 Temmuz 2013 Salı

Ya Ar-Ge Ya Sömürge !

           Öncelikle belirtmek gerekirse, bir mühendis adayı olarak bu yayınımda yazdıklarımı kafama çok takmış bir insanım. BİAS Mühendislik'te Test ve Prototip Müdürü olan Timuçin Bayram'ın bir seminerine katılmıştım bundan hemen hemen 1 yıl önce. Zaten yayın başlığı da o seminerden. Çok iyi hatırlıyorum. Seminere başlamadan önce; "umarım bu seminer sizin hayatınızı değiştirecek olan seminerdir." demişti ve o günden sonra hayat felsefem,olaylara bakış açım falan değişime girdi. Neyse buraları çok uzatmayayım,direkt konuya gireyim. Size birkaç bilgi vereyim:
   
           -Ülkemizde 44 adet çimento fabrikası var.
           -Çimento, çevreye çok zarar veren tesislerden biri.
           -Fransa'da 59 adet nükleer santral var.
           -Ülkemizde hiç nükleer santral yok ve yapılmasına toplum olarak karşı çıkmaktayız.
           -Fransa'da ise hiç çimento fabrikası yok.
           -Fakat Fransa çimentoda dünya lideri.
           -Bize dedikleri şey : "Nükleer santral çevre için çok tehlikeli." Ayrıca tam bir sayı hatırlamıyorum ama yaklaşık 80 kadar da Amerika'da var. Almanya da aynı şekilde.
           -Ve bu ülkeler, ülkelerinde çimento fabrikası kurulmasına izin vermiyorlar; çünkü nükleer santrallerden çok daha fazla çevreyi kirletiyor. Oysa bizim ülkemizde 44 tane var. Ne acı bir durum.
 

           Yorum yapıp da yazıyı çok uzatmak istemiyorum. Herkes kendi yorumunu yapar zaten. Şimdi ise başka konulara geçelim.
           -İsveçli Gideon Sundback -ismini duyanlar vardır elbette- Amerika'da bir Ar-Ge firmasında çalışırken bulmuş olduğu fermuarı geliştirebilmek için tam 30 yıl uğraşmıştır. Düşünsenize sadece 30 yıl sırf fermuar için Ar-Ge yapmışlar. Neyse yorum yine sizin.
           -Gel gelelim Devrim Arabaları'na. Tarih 16 Haziran 1961. Devlet Demiryolları Fabrikaları ve Cer Dairelerinin yönetici ve mühendisleri Ankara'da düzenlenen bir toplantıya çağırılıyor ve kendilerinden 29 Ekim 1961 tarihine kadar (yani sadece 4.5 ay içinde) ordunun cadde binek ihtiyacını karşılamak için bir otomobil tipinin yapılması isteniyor. Ayrılan ödenek ise 1.400.000 TL.
           NOT: Adamlar 30 yılda fermuar için Ar-Ge yaparlarken Devrim Arabaları için istenen süre ise sadece 4.5 ay. Üstelik elde avuçta olan bir çalışma da yok. Yani hiçten yola çıkılarak sadece 4.5 ay tanınan bir süre.Bu arada Devrim Arabaları filmini izlemeyen varsa izlesin.
           -Türkiye'de ilk patent kanunu 1879 senesinde çıkarılmış ve o günden 1992 yılına kadar toplam 25000 patent tescil edilmiş. Bu arada patent dediğimiz şey Ar-Ge faaliyetleri sonucunda aldığımız meyvelerdir. Ar-Ge'nin altını da çizdim,tamamdır.
           -ABD'de haftada 1800 patent tescil edilmekte. Burada da haftada kelimesinin altını çiziyorum.Artık siz düşünün; "biz neredeyiz onlar nerede?" diye.
           -Bu patentlerin %80'ini üniversite ve şirketlerin Ar-Ge birimleri almakta. Şimdi kendinize sorun bakalım; "Türkiye'de üniversite ve sanayi işbirliği var mı?" diye. Ben size söyleyeyim,malesef ki yok.

PATENTİN ÖNEMİ:

Dünyada 1 kg ürünün fiyatı nedir?

-Beton 1 cent.
-Çimento 5 cent.  ( Ülkemizde 44 tane çimento fabrikası vardı değil mi? Hıh napıyoruz ki biz zaten? Kilosu 5 cent ve de çevreye verdiği zararın haddi hesabı yok. Daha çok şey yazarım da neyse.)
-Demir-Çelik 50 cent. (Ereğli'de demir-çelik fabrikamız var ve acayip bir şekilde gurur duyuyoruz.Zaten seminerde de Timuçin Bayram demir-çelik fabrikamız için, 'ben olsam bugün kapatırdım.' demişti.)
-Alüminyum 1.5 dolar. (Bu arada evet,alüminyum tesislerimiz de var hani yok değil.)
-Otomobil 10 dolar -100 dolar (Biz hala üretsek mi üretmesek mi onu tartışıyoruz.)
-Yolcu uçağı 100 dolar  - 1000 dolar (Yolcu uçağı bile üretmek o kadar karlı değil. Gerçi ulaştırma bakanımız yolcu uçağı üretebilmemiz için, '20 sene gerekiyor' demişti. Değmez abi hiç.20 sene sonra bunun fiyatı düşecek zaten. Hiç üretme daha iyi.)
-Savaş helikopteri 2000 dolar - 3000 dolar ( Aslında yine öyle aman amanlık bir durum yok. Hee ama tabi beton,çimento falan üretmekten iyidir yani. Diyecek lafım yok valla.)
-Cep telefonu 4000 dolar (Bu arada SAMSUNG Firması'nın 65000 patenti olduğunu biliyor muydunuz? Heeey heeeey. Hepimiz de kullanıyoruz SAMSUNG markalı telefonları.Adamlar nereden nereye geldiler.Silip geçtiler. Ne oldu bir zamanların modası Nokia'ya? Patentler önemli şeyler arkadaşlar.)
-Savaş uçağı ve ilaç 10000 dolar. (İkisini de üretmiyoruz. 1 kilo ilaç almak için 10000 dolar verdiğimiz doğrudur. Sahi ya biz kilosunu kaça satıyorduk şu çimentoların?)
-Uydu 100000 dolar. (Bırakın otomobil üretsek mi üretmesek mi tartışmalarını da gelin uydu üretelim.)
-Mikro ve Nano Yonga 4 milyon dolar. ( Seminerin bu kısmını da unutmuyorum. Timuçin Bayram aynen şöyle demişti: "Arkadaşlar, gelecek geldi.Adamlar artık mikro ve nano yonga üretiyolar. Bunun nolduğunu gelin dışarıda insanlara soralım bilen biri çıkmaz.Gelecek işte böyle oluşuyor." Bu sözleri çivi gibi çaktım aklıma işte o zamanlarda.)

           Aslında daha çok şey var da yeterli şimdilik bu kadarı. Beyler,bayanlar,tüm mühendis adayları -ne mühendisi olduğunuzun bir önemi yok- farkındalık yaratmak zorundayız. Bazı şeylerin farkına varmak zorundayız. Yarın öbür gün mühendis adaylığından çıkıp da mühendis olduğumuzda, mühendislik kavramının hakkını sonuna kadar vermek zorundayız. Bu bizim gayemiz,bu bizim mesleğimiz. Zamanı geldiğinde elimizi taşın altına seve seve koymalıyız. Zaten her şey 'farkındalık' kelimesinde başlayıp yine aynı kelimede bitmiyor mu?

                                                                                                                                       R.B