Translate

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Yeni Kuşak Fotoğrafı Telefondan Öğrendi

              Yayın başlığından da anlaşılıyordur zaten neyden bahsedeceğim. Şu kameralı cep telefonlarının tarihine yolculuk yapmak istiyorum biraz. Gerçi aynı şeyi sanırım fotoğraf makineleri içinde yapmam lazım; ama oraya girersem işin içinden çıkamam. Çünkü köklü bir tarihe sahipler. Onlarda da tıpkı telefonlarda olduğu gibi rekabete dayalı bir gelişme süreci var ve hala devam etmekte. Hatta durum öyle bir hal alıyor ki artık cep telefonları, profesyonel fotoğraf makinelerine kafa tutmaya başlıyor. Teknoloji durmuyor, sürekli bir gelişim halinde. Çok iyi hatırlıyorum, bir zamanlar her çıkan telefondan sonra 'en fazla bu kadarını yapabilirler,daha fazla ne koyacaklar ki bu cihazlara' diyordum. Öyle olmuyormuş ama. Bu zamanın en kıymetli telefonları 2-3 sene içinde işe yaramaz oluyor. Hatta daha az bile olabilir. Belki de bunun en büyük sebebi sürekli bir rekabet içinde olmaları. Neyse hadi tarihlerine yolculuğumuza başlayalım.

2002:
        İlk kameralı telefon Nokia tarafından çıkarıldı. Kayan kapağıyla Nokia 7650.


2004:
       İlk 5 megapiksel telefon piyasaya sürüldü Samsung tarafından.Modeli ise SCH-S250. Sonrası zaten megapiksel savaşları.
                                         
     

2006:
       Megapiksel yarışına N serisi ile devam eden Nokia, ilk optik mercekli N93'ü tanıttı.
                                       
  

2007:
       Nokia N95 ile dijital kameralarla yarış başladı. Ardından gelen Apple iPhone, dokunmatik ekran ve uygulama mağazası App Store'u da yanına alarak sektöre damga vurdu. Hemen ardından Nokia, N82 ile yanıt verdi.

2008:
       Android telefonlar HTC, Motorola ve T-Mobile markalarıyla pazarın sadece Apple'a ait olmayacağını gösterdi. Nokia ise 12 mekapiksel otomatik fokus yapan N8 ile rakiplerine yanıt vermeye çalıştı.


2009:
       Android telefonların ucuzlaması ve de model sayısının artmasıyla Samsung, HTC ve LG gibi markalar öne çıkmaya başladı. Pazarda dokunmatik telefonların liderliği kesinleşmişti.

2010:
       Apple, 5 megapiksel iPhone 4 ve devrim yaratan iPad ile en çok konuşulan ürün olmayı başardı. Ancak kısa sürede Samsung Galaxy S'in soluğunu ensesinde hissetti.


2011:
       Rekabetin rengi Apple ve Samsung olurken Nokia, Microsoft ile işbirliğinin ilk adımlarını atmaya başladı ama sanırım bu adım meyvesini biraz geç verdi.
         

2012:
       Nokia sessizliğini 41 megapiksel Symbian işletim sistemli PureView 808 ile bozdu. Lumia serisi iddialı bir giriş yaptı ancak Apple ve Samsung yeni modellerle arayı açtı.


Ve 2013:
            Şimdi gerçek boyutlu 41 megapiksel sensör, flaş profesyonel kameralara taş çıkaracak telefonlar sahnede. Hatta bu cihazlara telefonlu kamera demek daha doğru bence. İşte onlardan biri. Nokia Lumia 1020.

           11 yıldır süren bu rekabette kameralı telefonların ne kadar ilerlediğini gösterdim. Hani dedim ya 'artık telefonlar profesyonel fotoğraf makineleriyle kapışır oldu' diye. Görüyorsunuz işte. Durmuyorlar. Adamlar yerinde durmuyorlar. Ürettikçe üretiyorlar. Daha iyisini daha imkansızını başarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Daha önceki "Ya Ar-Ge Ya Sömürge!" başlıklı yazımda da belirttiğim gibi bunlar hep Ar-Ge'lerin sonuçları. Konuyu yine bize çekip de telefon üretmiyoruz demek istemiyorum; ama bir sorum olacak: "Nokia, hangi ülkenin biliyor musunuz? " Biliyorsanız zaten demek istediğimi anladınız. Bilmiyorsanız da öğrenince ne demek istediğimi anlarsınız.

         R.B


13 Temmuz 2013 Cumartesi

Vecihi Hürkuş

        Şimdi eminim çoğunuz yayın başlığındaki adam da kim diyorsunuzdur. Hani tamam belki isim tanıdıktır da soyad ile birleşince akla gelen bir sima ya da herhangi bir şey yok. Öyle olmalı zaten; çünkü hiçbir zaman kendi değerlerimize, kültürlerimize, bilim insanlarımıza, falanlarımıza filanlarımıza sahip çıkan bir toplum olmadık.
        Hatırlarsanız Şener Şen'in oynadığı bi Vecihi karakteri vardı hani. Filmin adı, yanlış hatırlamıyorsam, 'Gülen Gözler' olmalı. Hala hatırlamadıysanız size biraz daha yardımcı olayım. Vecihi, filmde Münir Özkul'un oynadığı karakterin kızını istiyordu ve evine uçakla giriyordu. Filmi izleyenler hatırlamış olmalı. Hatta durun resim de koyayım.

        
       

              Artık hatırlamışsınızdır. Neyse biz gelelim asıl Vecihi'ye. Vecihi Hürkuş, gerçek bir halk kahramanıdır arkadaşlar. Neden mi? Anlatıyorum. Yıl 1925. Türkiye Cumhuriyeti'nde uçak yapıldı uçak. Üstelik Almanların bu adamın önünü kapamak için 'gelin biz yapalım uçaklarınızı' demelerine rağmen bi marangozhanede yaptı uçağı bizim halk kahramanı Vecihi. Düşünsenize o yıllarda yapılan bi uçağımız var. İlk Türk uçağı dünya semalarına yaklaşık 90 yıl önce çıkmış. Şimdi ise uçak yapamıyoruz. Ağlasam mı gülsem mi ne yapsam bilemiyorum doğrusu.
              Hepsini geçelim. Hani zor da olsa bi uçak yaptık o da tamam. Eee peki kim uçuracaktı ya bu tayyareyi? Hee gelelim o konuya. Vecihi Hürkuş, yaptığı uçağı uçurmak için o zamanki Tayyare Cemiyeti'ne gidiyor Ankara'ya ve uçuş izni almak istiyor. Tabi hemen 'bu uçağı kim uçaracak, bunu uçurabilecek biri yok ki' cevabını alıyor haliyle. Hadi burayı anladık gayet doğal bi cevap. Peki ya sonrasında cemiyettekilerin Vecihi ile dalga geçip 'hadi sıkıyorsa uç da iki tur at gel bakalım' demelerine kaç puan veriyorsunuz? Halk kahramanı olmak öyle kolay değil yani sonuçta. Adamın umrunda dahi olmuyor bu sözler ve çıkıp uçağı uçuruyor, iki tur atıp geliyor. Ama verirler mi hiç uçuş iznini? Tabi ki de vermezler. Bunun üzerine uçağı söküp trenle Çekoslavakya'ya götürüyor. Orada tekrar uçağı monte ediyor ve 3 sene kalıyor. (O sırada Çekoslavakyalılar uçağı birebir kopyalıyor.) 3 sene sonunda ise uçuş izni alarak uçağıyla Türkiye'ye dönüyor. Tüm bunları tek başına yapıyor bu arada. Yanında herhangi biri yok. Azim mi desem kararlılık mı desem başka bir şey mi desem bilemiyorum açıkçası.
              Her şey bunlarla sınırlı değil tabi. Türkiye Cumhuriyeti belki Hürkuş Eğitim Uçağı'nı yaparak onu onore etti;ama bence hala onun hakkı geri gelmedi. Neden mi? Anlatıyorum. 1.Dünya Savaşı'nda Alman ve Rus uçakları savaşıyorlar. Bunun üzerine Vecihi Hürkuş, Almanların yanına giderek savaşmak istediğini söylüyor. Bu isteği kabul görmüyor haliyle çünkü 'biz kendi uçağımızı veremeyiz' diyorlar. Olay en üst noktalara gidiyor ta Enver Paşa'ya kadar. Enver Paşa da Vecihi'yi yanına çağırıyor ve soruyor:

-Uçurabilir misin?
-Evet.
-İyi o halde uçur bakalım. Bu sözlerden sonra Almanlar, çıldırıyorlar tabi, istemiyorlar sonuçta. (Buradan sonra anlatacaklarımı Vecihi Hürkuş o zamanlarda kendi el yazısıyla yazarak anlatmış.) O gece Almanlar uçağın içindeki bazı yerleri bozuyorlar. Ertesi gün Vecihi Hürkuş binip uçuyor ve biraz sonra uçak düşüyor. Neyse ki adam kurtuluyor kazadan ve hemen uçağı incelemeye alıyorlar. Sonra anlaşılıyor ki uçağın parçalarıyla oynanmış. Sonrasında ne oluyor diyecek olursanız söyleyeyim. Alman ve Türk subaylar birbirlerine giriyorlar.Bir sonraki gün ise Türk subayları Alman uçaklarına el koyuyor. El koyulan bu uçaklarla Vecihi ve birkaç arkadaşı Rus uçaklarına karşı savaşa çıkıyorlar. Savaşta ne oluyor biliyor musunuz? Bildiğinizi sanmıyorum. Vecihi Hürkuş, bir Rus uçağını vurarak düşürüyor. En önemli nokta ise dünya savaş tarihinde ilk savaş uçağını düşüren adamdır kendisi. Tarih neden bunu yazmıyor sizce? Onu da ben söyleyeyim, Türk olduğu için.
              Anlatmadığım daha başka şeyleri de var aslında ama hem yazımı uzatmak istemediğimden hem de her şeyi devletten beklememek gerektiğine inandığımdan anlatmıyorum. Size şu kadarını söyleyeyim. Elimde olsa bütün uçak fakültelerinin önüne 'işte sizin idolünüz bu' dercesine bu adamın heykelini dikerdim. Bu arada işte asıl Vecihi ve ona verdiğimiz değer:


                     R.B


2 Temmuz 2013 Salı

Ya Ar-Ge Ya Sömürge !

           Öncelikle belirtmek gerekirse, bir mühendis adayı olarak bu yayınımda yazdıklarımı kafama çok takmış bir insanım. BİAS Mühendislik'te Test ve Prototip Müdürü olan Timuçin Bayram'ın bir seminerine katılmıştım bundan hemen hemen 1 yıl önce. Zaten yayın başlığı da o seminerden. Çok iyi hatırlıyorum. Seminere başlamadan önce; "umarım bu seminer sizin hayatınızı değiştirecek olan seminerdir." demişti ve o günden sonra hayat felsefem,olaylara bakış açım falan değişime girdi. Neyse buraları çok uzatmayayım,direkt konuya gireyim. Size birkaç bilgi vereyim:
   
           -Ülkemizde 44 adet çimento fabrikası var.
           -Çimento, çevreye çok zarar veren tesislerden biri.
           -Fransa'da 59 adet nükleer santral var.
           -Ülkemizde hiç nükleer santral yok ve yapılmasına toplum olarak karşı çıkmaktayız.
           -Fransa'da ise hiç çimento fabrikası yok.
           -Fakat Fransa çimentoda dünya lideri.
           -Bize dedikleri şey : "Nükleer santral çevre için çok tehlikeli." Ayrıca tam bir sayı hatırlamıyorum ama yaklaşık 80 kadar da Amerika'da var. Almanya da aynı şekilde.
           -Ve bu ülkeler, ülkelerinde çimento fabrikası kurulmasına izin vermiyorlar; çünkü nükleer santrallerden çok daha fazla çevreyi kirletiyor. Oysa bizim ülkemizde 44 tane var. Ne acı bir durum.
 

           Yorum yapıp da yazıyı çok uzatmak istemiyorum. Herkes kendi yorumunu yapar zaten. Şimdi ise başka konulara geçelim.
           -İsveçli Gideon Sundback -ismini duyanlar vardır elbette- Amerika'da bir Ar-Ge firmasında çalışırken bulmuş olduğu fermuarı geliştirebilmek için tam 30 yıl uğraşmıştır. Düşünsenize sadece 30 yıl sırf fermuar için Ar-Ge yapmışlar. Neyse yorum yine sizin.
           -Gel gelelim Devrim Arabaları'na. Tarih 16 Haziran 1961. Devlet Demiryolları Fabrikaları ve Cer Dairelerinin yönetici ve mühendisleri Ankara'da düzenlenen bir toplantıya çağırılıyor ve kendilerinden 29 Ekim 1961 tarihine kadar (yani sadece 4.5 ay içinde) ordunun cadde binek ihtiyacını karşılamak için bir otomobil tipinin yapılması isteniyor. Ayrılan ödenek ise 1.400.000 TL.
           NOT: Adamlar 30 yılda fermuar için Ar-Ge yaparlarken Devrim Arabaları için istenen süre ise sadece 4.5 ay. Üstelik elde avuçta olan bir çalışma da yok. Yani hiçten yola çıkılarak sadece 4.5 ay tanınan bir süre.Bu arada Devrim Arabaları filmini izlemeyen varsa izlesin.
           -Türkiye'de ilk patent kanunu 1879 senesinde çıkarılmış ve o günden 1992 yılına kadar toplam 25000 patent tescil edilmiş. Bu arada patent dediğimiz şey Ar-Ge faaliyetleri sonucunda aldığımız meyvelerdir. Ar-Ge'nin altını da çizdim,tamamdır.
           -ABD'de haftada 1800 patent tescil edilmekte. Burada da haftada kelimesinin altını çiziyorum.Artık siz düşünün; "biz neredeyiz onlar nerede?" diye.
           -Bu patentlerin %80'ini üniversite ve şirketlerin Ar-Ge birimleri almakta. Şimdi kendinize sorun bakalım; "Türkiye'de üniversite ve sanayi işbirliği var mı?" diye. Ben size söyleyeyim,malesef ki yok.

PATENTİN ÖNEMİ:

Dünyada 1 kg ürünün fiyatı nedir?

-Beton 1 cent.
-Çimento 5 cent.  ( Ülkemizde 44 tane çimento fabrikası vardı değil mi? Hıh napıyoruz ki biz zaten? Kilosu 5 cent ve de çevreye verdiği zararın haddi hesabı yok. Daha çok şey yazarım da neyse.)
-Demir-Çelik 50 cent. (Ereğli'de demir-çelik fabrikamız var ve acayip bir şekilde gurur duyuyoruz.Zaten seminerde de Timuçin Bayram demir-çelik fabrikamız için, 'ben olsam bugün kapatırdım.' demişti.)
-Alüminyum 1.5 dolar. (Bu arada evet,alüminyum tesislerimiz de var hani yok değil.)
-Otomobil 10 dolar -100 dolar (Biz hala üretsek mi üretmesek mi onu tartışıyoruz.)
-Yolcu uçağı 100 dolar  - 1000 dolar (Yolcu uçağı bile üretmek o kadar karlı değil. Gerçi ulaştırma bakanımız yolcu uçağı üretebilmemiz için, '20 sene gerekiyor' demişti. Değmez abi hiç.20 sene sonra bunun fiyatı düşecek zaten. Hiç üretme daha iyi.)
-Savaş helikopteri 2000 dolar - 3000 dolar ( Aslında yine öyle aman amanlık bir durum yok. Hee ama tabi beton,çimento falan üretmekten iyidir yani. Diyecek lafım yok valla.)
-Cep telefonu 4000 dolar (Bu arada SAMSUNG Firması'nın 65000 patenti olduğunu biliyor muydunuz? Heeey heeeey. Hepimiz de kullanıyoruz SAMSUNG markalı telefonları.Adamlar nereden nereye geldiler.Silip geçtiler. Ne oldu bir zamanların modası Nokia'ya? Patentler önemli şeyler arkadaşlar.)
-Savaş uçağı ve ilaç 10000 dolar. (İkisini de üretmiyoruz. 1 kilo ilaç almak için 10000 dolar verdiğimiz doğrudur. Sahi ya biz kilosunu kaça satıyorduk şu çimentoların?)
-Uydu 100000 dolar. (Bırakın otomobil üretsek mi üretmesek mi tartışmalarını da gelin uydu üretelim.)
-Mikro ve Nano Yonga 4 milyon dolar. ( Seminerin bu kısmını da unutmuyorum. Timuçin Bayram aynen şöyle demişti: "Arkadaşlar, gelecek geldi.Adamlar artık mikro ve nano yonga üretiyolar. Bunun nolduğunu gelin dışarıda insanlara soralım bilen biri çıkmaz.Gelecek işte böyle oluşuyor." Bu sözleri çivi gibi çaktım aklıma işte o zamanlarda.)

           Aslında daha çok şey var da yeterli şimdilik bu kadarı. Beyler,bayanlar,tüm mühendis adayları -ne mühendisi olduğunuzun bir önemi yok- farkındalık yaratmak zorundayız. Bazı şeylerin farkına varmak zorundayız. Yarın öbür gün mühendis adaylığından çıkıp da mühendis olduğumuzda, mühendislik kavramının hakkını sonuna kadar vermek zorundayız. Bu bizim gayemiz,bu bizim mesleğimiz. Zamanı geldiğinde elimizi taşın altına seve seve koymalıyız. Zaten her şey 'farkındalık' kelimesinde başlayıp yine aynı kelimede bitmiyor mu?

                                                                                                                                       R.B